Radikal gazetesi geçen haftanın lig maçlarını değerlendirirken, “Fransa’da doğdu, edepsiz oldu” başlığını kullanmıştı. Başlık o günden beri aklımdan çıkmıyor. Hayır, Beşiktaş taraftarlarının çok sevdikleri Pascal Nouma için yaptıkları besteyi, yine aynı oyuncuyu yerin dibine batırmak için kullanan mizah yeteneğine olan saygımdan değil. Başlıktaki “edepsiz” sözcüğüne takılmış durumdayım.
Nouma’nın hareketini, bu kez yazıyla da olsa, bir kez daha canlandırmanın gereği var mı? Nedir, o hareketin “edepsiz” sıfatını hak ettiğinden de kuşkuluyum doğrusu. Püsküllüoğlu’nun Türkçe sözlüğüne baktığımızda, “edepsiz”in karşısında şunlar yazılı: 1. toplumda oluşan töreye uygun davranış. 2. utanma, çekinme, sıkılma duygusu, incelik. İkinci anlam, birincinin sonucu olduğuna göre, Nouma’nın topluyaşamın töresine aykırı davrandığı kanısında Radikal; Fransız oyuncu kovulduğuna göre Beşiktaş yönetimi de… Bu hareketi okurken ilk soracağım soru şu: Taraftar kitlesinin tuttuğu takımın oyuncularını her maç öncesinde tribünün önüne çağırıp, onlardan kollarını yeldeğirmeni kanadı gibi salladıktan sonra malum hareketi yapmasını beklemesini hangi sıfatla niteleyeceğiz?
İkinci soru: Atılan her gol sonrası, kanların bile o renk aktığı formaların çıkarılıp atılması, bedenin Yunan heykeli misali sergilenmesi, Fransız futbolcu David Ginola’nın yaptığı gibi kameraya koşup kol pazularının şişirilmesi de, futbolun kendisiyle pek de ilgisi olmayan cinsel göndermeler değil mi?
Üçüncü sorum, bir enstantane: Ligin ilk yarısındaki Galatasaray – Diyarbakır maçında, Galatasaray taraftarı “I love you Şenol” tezahüratıyla Diyarbakır kalecisini kızdırıyor – eminim, bu tezahüratta da cinsel gönderme yoktur! Hakem Mustafa Çulcu maçı durdurup Galatasaray taraftarını uyaran bir anons yapılmasını istiyor. Bu arada kaleci Şenol eline hakim olamayıp, Nouma’nın yaptığı hareketin bir benzerini Galatasaray taraftarlarına doğru yapıyor. Bilin bakalım, Şenol ne ceza aldı?
Futbolcuların eylemlerinin bir önce gerçekleştirdikleri eylemle birlikte algılandığına kanıttır da Nouma’nın hareketi. Buradan yola çıkarak dördüncü soru: Nouma malum hareketi gol kaçırdıktan sonra kendisine kızan taraftar kitlesine yapsa hangi sıfatla nitelenecekti?
Taylorize olmayı reddedene bu endüstride yer yok
Bu soruları uzatmak mümkün, uzatmayalım. Futbol evreninde kullanılan dile şöyle bir bakmak bile yeterli olacak sanırım: Top kaleye “sokulur”, rakip takıma “koyulur”, takımın futbolcuları “koç” gibidir… Sahadaki eylemi engellemeye çalışan hakem de “ibne”nin tekidir; meğer ki, Ali Aydın gibi kırmızı kartını oyuncuların “gözüne sokan” biri olup “delikanlı” hakemliğe terfi etmiş olsun!
Bu dil apaçık bir eril cinsellik dilidir.
Taraftar kitlesinin el matkapları olarak futbol alanında dolaşan bu adamların, kendilerinden talep edilen eril cinsellik vurgusunda nereye dek gidebileceklerine dair yazılı bir yasa var mı, yoksa bu yasaları biz mi uyduruyoruz işimize geldiği gibi? Başarıya tapan, sadece kazandığı için bir takımın taraftarı olunan bir topluyaşamda, başarı denen şeyin böyle cinsel göndermelerle vurgulanmasına şaşırmamak gerek. Şaşılacak bir şey varsa, Nouma’nın hareketinin “edepsiz” olarak yaftalanmasıdır sanırım.
Benim şaşkınlığım, Türkiye sokaklarında her gün onlarca kişinin bu hareketi yaptığına tanık olmanın sıradanlığından kaynaklanıyor. Kendi adıma, aynı hareketten dolayı iki tokat yiyen okul arkadaşım dışında, bu yüzden nush edilene bile rastlamadım. Topluyaşam ahlakının uygulanışında bu denli riya, ancak epeyi çalışmakla mümkündür herhalde!
Temel yanılsamamız şu: Bizim izlediğimiz futbol, bir oyun değil. Spor denen mevhum, oyunluk vasfını çoktan yitirdi. İzlediğimiz şey, endüstriyel bir üretim. Futbolcular da, bu üretim bandının ücretli işçileri. Onlardan beklenen, taylorize işçinin cıvatayı sıkmaktan gayrısına kalkışmaması gibi, endüstrinin işleyiş yasalarını sorgulamadan sürdürmeleri.
Bu endüstriyel üretim mantığı içinde futbolcudan talep edilen, sahaya çıkıp sınırları belirlenmiş görevini ifa etmek, ayrıca, endüstrinin yan kollarına artı değer yaratmak için bir topluyaşamsal rol oluşturmaktır. Hatta bu ikinci talebin, birincinin önüne geçtiği bile söylenebilir bugün.
Eh, her endüstriyel üretimin kendi sıkıdüzeni vardır. Bunu anlamak için, Ronaldo gibi kulübüne ve sponsor şirketlere esaret sözleşmeleriyle bağlı oyunculara bakmak yeterli: Sinir krizi geçirdikten birkaç saat sonra futbol oynaması için sahaya sürülen zavallılar bunlar. Diğer bir örnek de, Beckham: | Günümüz futbolcusunun Beckham gibi yan endüstriye artı değer katanı makbul |
Hızlı koşamayan, bire bir adam geçemeyen, kafa vuramayan, sol ayağı ile topu dürtemeyen bir süper yıldız! Fakat neden olmasın, Beckham kulübüne ve sponsor şirketlerine şakır şakır para kazandırıyor, futbol alanında ürettiği topluyaşamsal rolü pazarlayarak.
Gol sevincinin kurgusu
Bu düzeneğin bozulmadan sürebilmesi için, her şeyin denetim altında olması gerek. Tribünlerin askeri mantıkla hizaya sokulmasını anımsayın bir, yirmi yıl öncesine göre her şey sıkıdüzen altında: Maç biletleri denetimli olarak önceden satılıyor, hangi bilet sahibinin nereye oturacağı biliniyor, ayakta durmak yasak, tezahürat kısıtlı, bunlara uymayanların bir daha maç seyretmeleri kayıtlanıyor, hatta tv yayınlarının süreleri bile yazılı kurallara bağlı.
Taraftar kitlesi bu yöntemlerle denetim altına alındı da futbolcular özgür mü kaldılar? Giyim kuşamları tektipleştirildi, yaptıkları sözleşmeler baştan ayağa değişti. Endüstrinin onlardan beklentileri de değişti elbette: Engellenmesi mümkün olmayan ihtimaliyat dışında, her ayrıntısı öngörülebilir bir tiyatronun parçası olmaları bekleniyor artık.
İşte bu nedenle, gol sevinçlerini bile önceden kurgulanmış koreografilerle sergiliyorlar: Timsah gibi emekliyorlar, gol atanın ayakkabılarını parlatıyorlar, çocuk sallıyorlar, hep birlikte dönüp bayılıyorlar, daha bin türlü şaklabanlık…
Bu sözde sevinçlerin yapaylığından söz etmişken yine Nouma’ya dönelim. Nouma endüstri tarafından kendisine dayatılan bu rolü oynamadığı için günah keçisi oldu, hem de ilk günden beri: Kendi bildiğince giyinen, yüzünü bir kez olsun göstermeyen bir kadın menajerle çalışan, o mahut topluyaşamsal rolün üretiminde medya ile ortak çalışmayı reddeden, giderek o rolü de yadsıyan bir adamdı o.
Nouma öngörülebilir olanın dışında devindiği, üretim bandındaki cıvataları sıkmayı reddettiği için dışlandı. Futboldan uzaklaştırılmasının Eurosport’ta ilk haber olarak verilmesi, Fransa ve İspanya basınında da onaylayan ifadelerle başlığa taşınması, bu tanık olduğumuz olayın Türk edebiyle ilgisi olmadığının en büyük kanıtıdır sanırım.
Bu denli gürültü koparmadan, futbol alanından kovulmaları daha usturuplu yöntemlerle zamana yayılmış, başka futbolcular da var: İdeolojik ayrıkotları. Nedir, onlar için ayrıca konuşmak gerek sanırım.